10 Aralık 2011 Cumartesi

Ve Salsa.....

Evet, biraz aradan sonra bu aralar kendimi neye kaptırdığımı açıklayarak dönmek istedim sana sevgili blogum ve okuyucularım :)



Üniversite yıllarımda,hem eğlence olsun hem de değişiklik diye başladığım bir şeydi dans... Daha sonrasında bir kere o hazzı aldıgınızda elinden kurtulamıyorsunuz önce salsa sonra merenge bachata derken tango ile devam ettim ve sonra keskin bir bıçak.... Bir keresinde gösteriye bile çıktım ancak devamını getiremedim işte...

Niyesini sorarsanız, çift anadalda  (yoğunluk vs. ) bir etkendi ama en çok dans etmeyen bir erkek arkadaşın o igneleyici lafları, tripleri kırgınlıkları ve benim fedakarlık yapmayı bir onur bilen karakterim etkili oldu. Sonra o dans grubundaki arkadaşlardan koptum sonra sadece tatillerde ve dans eden birini bulduğumda dans eder oldum. Taki İzmir'e gelene kadar.

İzmir ve bu aldığım yönetici adayı eğitimi  benim için kendimi düşünme fırsatı oldu. Nereden geldim, nelerimi değiştirdim, nelerimi geri isterimi, neleri iyi ki değiştirmişim. Şöyle bir baktım ve ben sürekli gelişim adı altında kendimi törpüleyip durmuşum, hem eleştirileri haklı bulmamı sağlayacak sebepler yaratmışım.. Evet ben Neşeliyim ! evet ben Gülmeyi, Dans etmeyi, Yeni insanlarla tanışmayı,sıcak kanlı olmayı severim. Evet bazen çok konuşurum! Bunların negatif olduğu konumlarda var, ama pozitif olduğu yerlerde. Bunları azaltırım ama bunları azaltmak ve bırakmak beni mutlu eder mi? Yada bu değişim ne kadar sürdürülebilir ?

Dansı bıraktım ama içimde hep bir ukte olarak kaldı ve İzmir 'e yerleştiğimde ilk işim bir dans gecesi ve okulu bulmak oldu :) Şimdi her hafta dansa gidiyorum, bir akşamda olsa, inanılmaz zevk alıyorum aynı heyecanı paylaşan insanlarla tanışıyorum. Bu işi profesyonel yapmak için ugraşanları takdir ediyorum.

Ve söz veriyorum bundan sonra eleştirileri dinleyeceğim, onları haklı bulmak için sebepler arayacağım ama kim olduğumu neden zevk aldığımı ve nasıl bir insan olmak istediğimi unutmayacağım. Bu yüzden dansı bir daha bırakmayacağım :)



Not: İzmirde nerede Salsa yaparım nerede gece varmış diyorsanız. Ben Tarz Dans ile çalışmaya başladım hocalarından da çok memnunum. Dans geceleride bu Konaktaki Borsa Binasının altındaki Borsa Restorantta Çarşamba akşamları 9:30 gibi başlıyor.

10 Kasım 2011 Perşembe

Easy Fortune Happy Life- Tayvan Dizisi

Tayvan dizilerine olan antipatisi yüzünden o çok ünlü Destiny Love'ı bile izleyememiş bir insanım ben...
Niye diyecek olursanız ilk önce o dilleri beni çok rahatsız hissettiyor: kelimeler, telefuzlar, ifadeler, vurgulamaları vb. öyle kulağımı tırmalıyordu ki izleyemedim.

Yanılmıyorsam Destiny Love'daki aynı kız bu benim önereceğim dizide  de oynuyor, belkide yeteneksiz bir izleyici olarak karıştırıyorum ( hani bu doğu sineması izlemeyip , hepsi aynı kuzum bunların diyen tipler var ya onlara benzedi benim yorumumda tü tü tü )

Dizimizden bahsedersek kendisi 2009 yapımı çokta yeni olmayan bir dizi
başrol erkek oyuncumuz : Lan Cheng Long filmde Yan Da Feng roluyle karşımıza çıkıyor 嚴大風


Evet Evet biliyorum! Gerçekten yakışıklı bir arkadaşmış, o rahatsız edici dillerine rağmen diziyi izlenebilir kılıyor :)


Bayan oyuncumuza gelince: Chen Qiao En isimli oyuncu Xie Fu An karakterini canlandırıyor. Sevimli bir ifadesi olduğunu söyleyebilirim, karakter için daha cıvıl cıvıl birisi bulunabilirdi bence. Neyse henüz diziyi bitirmedim, 5. bölümdeyim yanlış yorumlar yapmam da mümkün o yüzden şimdilik  bukadar


Birazda dizimizden bahsedecek olursak;
Öyle aman aman süper güldüyor .... değil
Çok acıklı göz yaşlarınızı tutumıyorsunuz ..... değil
çok romantik böle kalpler havada uçuşuyor ... değil

Gerçekten ortalama bir dizi, ama başlangıcından itibaren konusu sizde bir merak uyandırıyor, nasıl olacakta aşık olacaklar diye düşünmeden edemiyorsunuz. Genel itibari ile konuda:

Şuanda yaşlı olan dede ve babane daha önceden tanışmışlardır ve dede babannenin saflığından yararlanarak ona aşık olduğunu söyleyip onu kandırmış ve elindeki ilaç formullerini çalmıştır. Babanneyi terkettikten sonra büyük bir şirket kurup zengin olmuştur. Ancak ailesini çok kötü bir şekilde yetiştirmiştir ve ailesi artık onun ölmesi için dua etmekte ve mirasını ele geçirmek için beklemektedir. Bu durumdayken babanneye yaptıkları için pişman olmuştur ve tüm mirasınu babannenin torunu olan  asıl kızımıza bırakır ve kim onla evlenirse şirketin sahibi olur şartını koyar ve hikayemiz karışır. Bende devamını bekliyorum henüz 4. bölümdeyim ama eklemem gereken bir nokta ise ilginç bir karakterimizin daha olduğu:

Fu An 'ın yardımıyla hayatını kurtardığı bir gangıster genç yakışlı ortalıklarda dolaşıyor, üyesi olduğu topluluğa göre "Birisi hayatını kurtarırsa bunu ya hayatıyla ya da bir iyilikle ödemek zorunda". Bu durumda ya Fu An 'ın bir dileğini yerine getirecek yada kendi bağırsaklarını deşerecek kendisini öldürecek.

Hikayede yardımcı erkek karakter olmasını umuyorum, bakalım neler göreceğiz.

Ya tüm dizileri izledim,şu an yeterince iyi bir dizi yok beni tatmin edecek diyorsanız benim gibi. Buyrun Easy Fortune Happy Life'ı izleyin, ben tavsiye ederim .



5 Ekim 2011 Çarşamba

Shell ve Opet niye kapıştı, Opet niye kazandı ?

Haksız rekabat????
ihtiyati tedbir ????
Petrol piyasası???

Belki çogumuz Shell'in TV'de yayınlanmadan kaldırılan reklamlarını duymuştur, bende durumu kendi çerçevemden özetlemek istiyorum ki iş dünyasında yapacağınız her adımın nasıl sonuçları olabileceğini görelim...

Öncelikle edindiğim bilgilere göre; Shell yıllardır Türkiye piyasasında pazarda 2. konumdadır, ancak Opet hızlı yükselişi ile bu durumu sonlandırır. Ve sebepleri düşünüldüğünde petrol şirketleri dışında diğer ilgili kurumlarla yapılan anlaşmalar gösterilebilir. Bunlardan birisi de Ford ile yapılan işbirliğidir.

Bu iş birliği çerçevesinde Ford'dan araçlarını alan tüketiciler, yakıtlarını sürekli Opetten alırlarsa, ilgili aksan garanti kapsamında bulunuyor ve herhangi bir arıza olursa ilgili sorun ücretsiz gideriliyor.

Malesef ki daha fazla ayrıntılarını bilmemekle birlikte internette bulunan yazılardan öğrendiğim kadarıyla bu bir ekstra hizmet...

Hem bu kampanyayı hedef alan hemde pazardaki Opet'in yükselişine istinaden, Shell yeni bir kampanya başlatıyor.

Reklam metinlerine dikkat edin :

REKLAM 1:

“...- O arabayı alırken verdikleri kart var ya, beni her yerde takip ediyor... “... Şimdi bu kart eğer hep oradan yakıt almazsan anlıyor, sonra hop garantin yanıyor.””
“... Bakın beyefendi. Ben sıfır kilometre ... marka bir araba aldım. Bana bir kart verdiler, garantimin bozulmaması için yakıtımı hep .....’ten almam gerekiyormuş. Doğru mu?...
Doğru değil Ahmet Bey, Shell’de aracınızın markası, yaşı, kilometresi sorulmaz. Siz de yakıtınızı Shell’den alın aracınızı Shell güvencesiyle koruyun.”
Dava dilekçesinde bu reklam konusunda şu ifadeler yer aldı:
“Reklamdaki, “... yakıtımı hep ... ‘ten almam gerekiyormuş” ifadesi açık ve net bir şekilde “Opet”i hedef almakta ve reklam dinlenildiğine de ‘Opet’ lafzı ‘dıt’ sesine rağmen açık bir şekilde duyulmaktadır.”

REKLAM 2:

“- Bitti Bitti.
- Ne bitti?
- Benzin, benzin bitti.
- Ee hemen şurada Shell var.
- Var ama sadık olmam lazım.
- Neye yaa?
- O arabayı alırken verdikleri kart var ya, beni her yerde takip ediyor.
- Nasıl yani?
- Şimdi bu kart eğer hep oradan yakıt almazsan anlıyor, sonra hop garantin yanıyor.
- E sen bu kafayla çok yolda kalırsın.
- Neden?
- Çünkü Shell’de aracının markasını, yaşını, kilometresini hatta garanti süresini sormuyorlar bile.
Siz de yakıtınızı Shell’den alın aracınızı Shell güvencesiyle koruyun. Ayrıntılı bilgi shell.com.tr’de.”


Şimdi dava ve yorumlar şu şekilde:

Yaklaşık 7 yıldır Türkiye’de satış hacmi yönünden ikinciliği elinde bulunduran Shell&Turcas Petrol, bu sırayı müvekkil şirketin alması üzerine, alternatif bir reklam kampanyası başlatmıştır. Shell&Turcas Petrol tarafından 06.09.2011 tarihinde radyo, televizyon ve internet sayfası dahil her türlü kamuya duyuru aracıyla yapılan ve halihazırda devam etmekte olan reklamlarda, müvekkil şirketin reklam kampanyası ve ürünleri hedef alınmış ve arada haksız, kötüleyici bir bağlantı kurulmuştur. Davalı şirket reklamlarında yer alan beyanlarla, müvekkil şirketin uygulamakta olduğu kampanya çok açık bir şekilde hedef alınmış, kampanyayı ve müvekkil şirketin ürünlerini kötüleyici, müşterileri incitici ifadelere yer verilmiştir.

- Reklam kaydından da anlaşılacağı üzere reklam dinlenildiğinde, reklam içinde “dıt” sesiyle geçilen petrol firmasının müvekkil “Opet” olduğu açık bir şekilde anlaşılıyor. Davalı taraf bunu dahi gizleme zahmetine katlanmamış ve haksız rekabet eylemini açık bir şekilde işlemiştir.”


Ancak benim değinmek istediğim farklı bir nokta var:

*Evet Opet direk hedef alınmıştır, evet kötüleme yapılmaya çalışılmıştır

fakat bunlar niçin haksız rekabettir???

Çünkü:

Ticaret Hukukuna göre gereksiz yere kötüleme yapmak yanlıştır, Opet ile Fordun yaptığı iyi bir hizmet sunmaktadır ve böyle bir anlaşma yapmak en doğal haklarıdır, kimsenin çıkıpta bunu kötü göstermek ve yanıltıcı bilgi vermeye hakkı yoktur... Yani Opet'in dıt sesinden bile anlaşılmasından ziyade önemli olan yapılan anlaşmanın kötü gösterilmesidir...

Şahsi kanaatimce .....


Dava sonucu mu ne oldu?

Zaten Opet, dava sonuçlanmadan öncede reklamlar için ihtiyaci durdurma kararı almıştı ve mahkemede kararını opetten yana vererek reklamların durdurulmasına karar verdi....

Kaynak: Milliyet,
reklamazzi.com

28 Eylül 2011 Çarşamba

Üniversite'den sonra statik çevrede sosyalleşme çabaları

Ne zormuş, yıllar sonra sosyal bir ortama adapte olmaya çalışmak!

Şimdilerde düşünüyorumda, üniversiteye başlangıç çok farklı bir durumdu ama çokta zor değildir. Kovaya düşmüş balık gibiydi herkes ve arkadaşlıklar kolay harcanabilen sosyal olgularda ilk yıllarda... 100-150 kişilik havuz sınıflarında zaten arkadaş edinmek kolay değildi, hemde kalıcı değildi ve o olmazsa öteki öbürü olmazsa diğer birsürü alternatif vardı etrafta...

Böylesine geçen yıllar sonrasında, bölüm dersleri başladığında yavaş yavaş kaynaştı herkes, analiz etti birbirini, gezdi tozlu coştu sonra kurdu grubunu... çünkü tek tük başlayan bölüm dersleri asla kimseyi biradan statik bir sosyal çevreye itmedi.


Şimdilerde bir yandan kendime sosyalleşmeyi mi unuttun elif diye dert yanarken bir yandan da hak veriyorum. Şu an bilmediğim bir şehirde, tanıdığım kimse olmadan, 25 kişi ile tüm gün iş yerindeki eğitimi paylaşıp 16 kişilik bir alt grup ilede oteli paylaşıyorum.

Öylesine statik bir çevreki... tabiki yine herkesi inceliyorsun, kendine ve zevkine en yakın arkadaşları bulmaya çalışıyorsun ama dışardan görüldüğü kadar kolay değilmiş... Özellikle son 4 yıldır sadece 5-10 kişilik yeni çevrelere giren ve arkadaş-ahbap çevresini oturtturmuş benim gibi sosyalzadeler için.

Açıkçası iyi bir performans gösterdiğimi düşünmekle birlikte bunları düşündüğüm için bile kendime sosyalzade diyorum. Ama böyle bir tecrübeninde ileride iş hayatında çok faydalı olacağının farkındayım, her zaman mutlu olmanın yada mutlu olduğun insanlarda birlikte olmanın münkün olamayabileceğini, self-motivation'ın çok önemli olduğunu kavrıyorum.

Nese tüm bu dert tasam içerisinde oteldeki oda arkadaşımdan çok memnunum, otel tayfasından gerçektende yanımda olmasını isteyeceğim kişi yanıma düşmüş... Burcumla birlikte yaptığımız türk kahvesi keyfinden bir görüntü aşağıda :)

15 Eylül 2011 Perşembe

İzmir Yolcusu

Çoğu kişi başka şehirlerden kalkıp gelir İstanbula... üniversite okumaya, çalışmaya, iş kurmaya, hayat kurmaya... Bense gidiyorum, hem yeni bir hayat kurmaya hem çalışmaya, hem başlamaya...

İzmir bundan sonra benim hayatımda yeniyle eş anlamlı olacak, yeni iş, yeni arkadaşlar, yeni şehir , yeni başlangıç... İsteyerek çoooook isteyerek gidiyorum ve eğer istiyorsan hiçbir yanlış gidemez diye düşünüyorum. O yüzden iyi şeyler olacağından yana şüphem yok. Ama bir yandan da bu kadar mutlu olmamalı diyorum çünkü mutluluk benim çeneme vurur :) Çok konuşma, insanları sıkma oralarda elif diyorum.
3 Martta bitecek olan program şuanda bile gözüme çok uzun geliyor, 6 ay otelde nasıl geçer diye endişeleniyorum ama bir yandan da projeleri, dersleri, eğlenceleri düşündükçe umutlanıyorum.

Sonuç, Ey İzmir bundan sonra yeni hayatımın ilk büyük kapısısın, haberin olsun, ona göre karşıla beni....

28 Ağustos 2011 Pazar

Lee Min Ho 'nun Sevgilisi

 Selam millet,

Geçtiğimiz hafta Lee Min Ho ile Park Min Young' un henüz çıkmadıkları ama aralarında bir yakınlaşmanın olduğu haberi bomba gibi düştü... 2 side City Hunter'da iyi bir iş çıkarmışlardı, şimdiler Lee Min Ho yeni bir dizi seçmeye çalışırken Park Min Young çekimlere başlamış bile. İkili bu sebeple pek fazla görüşemiyor derken, ikisinin resmi olarak bir aydır çıktıkları haberi yayılmaya başladı.


Ne diyelim tebrik ediyorum, ben valla yakıştırdım :) Mutluluklar...

 





Lee Min Ho 'nun Sevgilisi

 Selam millet,

Geçtiğimiz hafta Lee Min Ho ile Park Min Young' un henüz çıkmadıkları ama aralarında bir yakınlaşmanın olduğu haberi bomba gibi düştü... 2 side City Hunter'da iyi bir iş çıkarmışlardı, şimdiler Lee Min Ho yeni bir dizi seçmeye çalışırken Park Min Young çekimlere başlamış bile. İkili bu sebeple pek fazla görüşemiyor derken, ikisinin resmi olarak bir aydır çıktıkları haberi yayılmaya başladı.


Ne diyelim tebrik ediyorum, ben valla yakıştırdım :) Mutluluklar...

 





15 Ağustos 2011 Pazartesi

Sokak Kızı Sokak Kızıdır ! ( mı acaba? )

 Açıkçası ben insanları sahip oldukları eğitim, bilgi birikimi, para ve imkanlara göre yargılamayan ve isteyen çalışan herkesin istediğine ulaşabileceğine inanan bir insanım.

Ama bugünlerde biraz sorgular olduk gerçekten böyle mi?

Örneğin bence çoğu insanın küçümsediği ya da alay ettiği kişiler belli imkanlara sahip olsaydı belki de çok farklı olurdu. O yüzden insanları yargılamamalı ve bir şans vermeliyiz diye düşünürüm. Ama belki de gerçek olmaya bilir mi? Nerede doğduğumuz, neler yaptığımız bizi biz mi yapıyor? Ve hangi şartlar gelirse gelsin biz, biz olarak mı kalıyoruz.

Şimdi neden sorguluyorsun kızım, işin gücün mü yok, ne güzel inanıyormuşsun işte derseniz. Beni bu düşünceye iten Bade' dir. Yeni kedimiz...

Durum şöyle :  Evde bebekliğinden beri tamamen evde büyümüş bir Siyam kedisi ve  geçen günler sokaktan  evlat edindiğimiz yavru kedi var. Siyamın şimki ve büyüme evresini tamamen biliyorum.
Sokak kızımız 1 aydır bizimle birlikte olmasına rağmen hala değişemiyor. Her zaman maması ve suyu tam, biz yemek yerken isterse onada kıyak geçip tekrar verebiliyoruz. Ancak bu kızımız yine de bizim yemeklerimizden istiyor. Ciğere deli gibi saldırıyor. Halbuki herzaman yemeği tam, karnı tok.
Bebekliğinden beri ev kedisi olan Siyam'ımız ise önüne ciğer koysak bile asla maması dışında birşey yemiyor. Senin elindeki, yediğin şey için asla sızlanmıyor. Fakat bu evlat edindiğimiz kız biz birşey yediğimizde durmadan öyle ağlıyorki illa kendisine verilmesi için ortalığı birbirine katıyor.

Yorumum ne mi?

Evet galiba, ne kadar iyi imkanlara sahip olursa olsun. Nereden geldiği kolay kolay değişmiyor.

İnsanlarla kediler aynı mıdır canım, yok bence değildir, olmamalı canım :)

11 Ağustos 2011 Perşembe

Süper bir tatlı yaptım: KADAYIFLI çikolatalı MUHALLEBİ

Evet ben dün tatlı yaptım, hemde uzun zamandır istediğim bir tatlıyı... O kadar beğendim ki, keşke bu akşama da kalsaymış dedim. Yaz sıcaklarında içinizi ferahlatacak birşey ( bugün buralar çok yağmurlu ama yaz yazdır, tatlı da tatlı canım istiyor işte :) )

Ne mi yaptım? Başlıktan anlayacağınız üzere kadayıflı muhallebi... İftara kadar zor sabrettim, iftardan sonra hemen biraz alıncada tatı pek iyi gelmedi. Aslında beklediğimden daha yapış yapış bir tatlı olarak geldi. Meğerse, dolapta daha uzun süre bekletmem gerekiyormuş.

Harika bir görüntüsü var değil mi ?

Tarifini de vereyim de sizde deneyim :

Muhallebisi için:
1 litre süt
1 su bardağı toz şeker
1 tatlı kaşığı çikolata
2 yemek kaşığı un
2 yemek kaşığı nişasta
1 yumurta sarısı

Kadayıfı için:
300 gr tel kadayıf
1 su bardağı ceviz içi dövülmüş
1 su bardağı toz şeker
1 tatlı kaşığı tarçın
50 gr tereyağı

Öncelikle tarçınsız olmaz, unutmayın çünkü güzelliği orada... Tarçını da pek severim, nereye koysan yakışıyor canım :)

Çok ilginç birşey yok tarifte :

Önce kadayıfı hazırlamak lazım bunun için kadayıfı bıçakla ufak ufak doğrayın.
Yağı erittiğiniz tavada kavurmaya başlayın, içerisine şeker ve diğer malzemeleri karıştırın.
Ben şekerin karemelize olması için çok fazla kavurdum ama gerek yok. Şeker biraz karemelize olduğunda altını kapatabilirsiniz.

Bir yandan da muhallebiyi hazırlayın, gerekli malzemeleri katarak onuda yoğun bir kıvama gelinceye kadar pişirin.

Yüksekliğinin çok fazla olmayan bir servis tabağına, ben resimdekini kullandım, kavurduğunuz kadayıftan bir kat döşeyin. Üzerine muhallebinizi dökün. Muhallebinin üstüne de tekrar kavurduğunuz kadayıftan yayın. Soğuduktan sonra dolapta, 3 saat kadar bekletin :)

ımmm, süper oluyor :) :)


Yapacaklara şimdiden afiyet olsun :)





9 Ağustos 2011 Salı

Bad Boy / Bad Guy / Thorn Flower / (나쁜남자) / 2010 (Na-bbeun-nam-ja)

 Her şeyi geçtim, soundtracki için izlenebilecek bir dizi ....

Müzikleri inanılmaz güzel, benim tabirimce müthiş :) Öyle bir zamanlamada gerek klasik müzik ve orkestral arka müzikleriyle gerekse kendine özgü parçaları ile sizi senaryonun içerisine taşıyor. Böyle zamanlarda ne güzel şarkı demekte kendinizi alamıyorsunuz.


Evet... Dizimize gelirsek...

Öncelikle daha önceden coffe prince'deki japonyadan gelen bir kadına aşık genç rolüyle de bildiğimiz Kim jae wook dizideki önemli karakterlerden birisi. Dizi zaten bir kore ve japon ortak yapımı, japonyada geçen 3-4 bölümü var. Ve bu da kaliteyi hissettiriyor. Dizi hem senaryo, hem oyunculuk hemde görüntüler bakımından başarılı bence...

Zaten bizim kötü adamımız dizide Shim Gun Wook rolü ile Kim Nam Gil...

Oyunculukta, karakterle örtüşmede, görüntüye yakışmada bence 10 üzerinde 9... süper süper süper... Kesinlikle diziyi taşıyan ana karakter olmaktan öte, oyuncuydu... Kendisinden sonra esas kız mıydı asla anlayamadığım ama muhtemelen esas kız olan Moon Ja-in rolü ile Han Ga-in'i pek tutamadık. Kesinlikle hoş kız, karakteride iyi canlandırıyor ama benim sevemediğim tarafı galiba karakterdi Moon Ja-in. Bir şeyleri eksik gibiydi, daha keskin hatları olmasını umuyorsunuz,esas kızdan... Kötülük yapıyorsa kötü olmasını, iyilik yapıyorsa iyi olmasını, farkında olmasını ama Moon Ja-in genelde çoğu şeyin farkında olmasına rağmen asla ipleri eline almayan biri olarak yer alıyor.  Dizide asıl tutuğum bayan karakter hem güzelliği, zarefeti hem de mükemmel karakteri ile Hong Tea-ra rolüyle Oh- Yeon So oldu.


Hikayeden biraz bahsetmek gerekirse, genel olarak evlatlık edinilmiş bir çocuğun evden kovulması, onu almaya gelen ailesinin trafik kazası geçirmesi ve tüm bunlar için kendini evlat edinen aileyi suçlaması ve onlardan intikam almaya çalışmasını anlatıyor.

Bir intikama göre oldukça vasat kaldığını söyleyebilirim, öyle çok büyük mahvetmeler, kurnaz planlar yok. Ancak film boyunca bir erkeğin kadınları nasıl aldattığını, nasıl kullandığını görüyorsunuz. Bence özetlerde yazanlardan ziyade film aldatma ve kandırma üzerineydi. Tüm dizi boyunca kötü adamımızın aslında kimi sevdiğini anlayamıyorsunuz. İntikam alırken, üzülmesi ama asla vazgeçmemesi de ayrı bir nokta...

Senaryosu, güzel sakin sakin alınan bir intikam geliyor insana, "aslında bu adamında bu kadar abartmasına gerek yok, unut gitsin Shim Gun wook değmez" dedirttiriyor ancak bunu bir kaç kere kedi kendinize söyledikten sonra dizi bir anda alevleniyor. Ve siz iyiki bu işe başlamış, arkadanyım Shim Gun wook havasına giriyorsunuz ( yani ben girdim :) )...

Sonu ise, bilemedim.... Zaten iyi bir son beklemiyorsunuz, bu dizi nasıl biterse bitsin, tüm alternatifler mutsuz son bunun farkında olarak izledim diziyi ama yinede son bölümü izlerken ha burada bitsin, burada kapatayım. bitmedi mi burada kapatayım o zaman modundaydım... Çünkü son bölüm bir sürü alternatif sonu kendi içerisinde içeriyordu... Ne bilim, intehar etse ( kendini assa, vursa, atsa ) kabulüm, başkası tarafından vurulsa kabulüm, kaza geçirse ölse kabulüm ama tüm bu sonların yanında bile kötü kalacak bir şekilde bitiyor dizi.


Sonuçta, arkadaşlar... Ben zaten öyle kasvetli içi daran, katan şeyleri pek sevmem ama karanlık temalı dokunaklı şeyleri severim... Bu da öyleydi, üzülüyorsunuz ,kızıyorsunuz ama sizi boğmuyor.

Tavsiye edebileceğim, akıp giden dizilerden birtanesi... Hep komedi olmuyor birazda ciddi birşeyler olsun, güzel sahneler olsun , mükemmel müzikler olsun diyorsanız kaçırmayın...

İyi seyirler

7 Ağustos 2011 Pazar

Masallar Masallar...

Şöyle bir düşündüm, durdum sorguladım. Niye kore dizileri ? ( Aslında durup dururken olmadı, 1000'e yakın kişi sordu galiba :) ) Neyse cevabımı buldum. Sizinki farklı olabilir, oppalar, müzikler, komedisi, ilginç karakterleri hepsini takdir ediyorum ama bence kilit hikayelerde....

 çünkü küçüklük masallarımı yaşıma uyarlıyorlar...



Evet büyüdükçe bir yerlerde bıraktık masallarımızı, kendi hayatlarımızda bazen bir okul servisinde, bazen bir sevgilinin gözyaşında, bazen bir istifa mektubunda, bazen bir cenazede...

Göremez olduk kendi peri masalımızı, çünkü aklımızda masalların iyi sonlarla bittiği ve hep çok büyük mucizeleri içerdiği kaldığı... Bizim hayatımızsa hep en kötü şeyler başkalarının başına gelir, en iyileri zaten yapıldı, mucizeler kitaplarda sınırları altında,bu üçgen içinde hapsoldu.

Biz dinlediğimiz masalları özledik, cindirellanın prensini istedik ki tek ayakkabı ile peşimizden gelsin, küçük deniz kızının prensini istedik ki başka bir prenses ile evlensin bizde su köpüğüne dönüşmek için kendimizi aşkımız için feda edelim, bezelye hikayesindeki prenses olduk ki böylece farklı oluruz, farklılığımız gizli de olsa bulunuruz dedik.



Sonra hiç biri olmaya yetmedi gücümüz, ÖSS'ye çalıştık, çalışıp hayatımızı kurtarmak istedik. Kendimizi prenslere ihtiyaçları olmayan prensesler yaptık ki su köpüğü olmak zorunda kalmayalım. Sonra sabah işe gitme, eve gelip süpürme, bulaşığa yardımcı olan prense minnettar olma gibi şeylere vakıf birer askere dönüştürdük. Tılsımı kaybettik, fantestik öğeleri özledik. Gelmeyen heyecanları filmlerde aradık ve karşımıza kore dizileri çıktı...

2010 ve 2011'in Kore dizilerinin doğuşu olduğunu söylüyorlar. Dizileri tüm dünyada ortalama 30 dile çevriliyor ki bazı dizilerin 110 dilde çevirisi olduğunu gördüm. Özellikle internetin böyle bir yaygınlaşmada etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum.

Niçin bu kadar tutuluyorlar, çünkü bunlar birer masallar... Çoğunun hikayesi modern cindirella.. Zengin prens, fakir kız 'a farklı senaryolarla yaklaşıyorlar. Örneğin en sevilenlerden secret garden hem fantestik öğeler içermesi, hem prens ve prensesi ile sizi kendine bağlıyor. O küçüklüğünüzdeki deniz kızı hikayesine hitabı ise masallarınızı birleştiriyor. Diğer my girl friend is gumiho ise tamamen bir deniz kızı hikayesi, sadece bu sefer tilkimiz var deniz kızı yerine ve bu kötü sonu yaşattıktan sonra istediğiniz mutlu sonu veriyor size.

Yaşımız artık Andersen'i okumak için büyük olduğu için, onun masallarını farklı karakterlerden dinliyoruz/ izliyoruz.  Bizim gibi masalları bilen karakterlerin yaşadığı masalları görüp kendi masalımızdan uzaklaşıyoruz.

5 Ağustos 2011 Cuma

Telefon Süsü Yapmaca

Bugün ne mi yaptık :)

Tatildeyken hayat rahat ve güzel geçiyor, kuzenlerimle birlikte gülüp eğleniyoruz. Bu gün kızların hobilerine eşlik ettim ve bana güzel bir telefon süsü yaptık :)

Öncelikle günün sözlerini sizinle paylaşıyorum, bu sözler ilkokul 5'e geçen kuzenime ait, valla ben hiç bişi öğretmedim bu yeni nesil çok feci :)


- " Ece hadi biraz beyin fırtınası yapalım, eldeki malzemeler bunlar valla"
- " Deli gibi herşeyi ve nasıl olacağını planladık ama salak gibi nasıl yapacağımızı düşünmedik "

 ve daha fazlası :) Valla bunlar benim üniversitedeki proje toplantılarımdan tanıdığım cümleler, bir an okul bitmedi mi yoksa dedim :)

Telefon süsü yaparken ilk önce bir kuleyi süsün telefona takılan ucu yapmaya karar verdik fakat orta taş olarak kullacağımız hiç bir boncuğu o ince kurdeleden geçiremedik bu sebeple sonra normal ipler üzerinden gittik.

 İlk önce orta taş dediğimiz taştan bir parça iplik geçirdik ve sonra ilk iple aynı boyda olan ikinci ipliği de boncuğun içerisinden geçirdik. 2 ucundan da tühüm atarak boncuğu iplerin ortasına sabitledik. Sizde sarkan bacak boylarına karar verdikten sonra orta boncuğu istediğinşiz bir noktaya sabitleyebilirsiniz.

Bacak olmasını istediğimiz uçlara boncular dizdik ve her bir boncuğun sonuna farklı daha büyük bir boncuk dizerek, bu bacaklarıda bitirdik. Telefona takılacak ucunuda tühümleyerek, telefonuma taktik :)



Açıkçası ben biraz adi görünümlü olduğunu düşündüm ve anneme nasıl olmuş diye sordum. ( Adi görünümlü dememin sebebi, bacaklardaki boncukların renkleri, napalım çocuklarında ellerinde bu ipe geçebilen başka boncuk yoktu :( )

Annemin cevabı:

- Senin telefonunda Iphone değil ya, bu bile fazla

ehehehe :) Yürü be anne!

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Tuğçenin kartı ve üzerine biraz gevezelik :)

Evet  karşınızda mükkemmel bir itirafff, sıkı durun :)

Ben el işlerinden ve şirinliklerde tam bir rezaletim , ehehe çok şaşırtıcı olmadı galiba. Evet, asla iyi resim çizemedim, ilk okuldaki el işi derslerinden hep annemden fazla yardım aldım, hep derste bitiremeyip evde tamamladım, arkadaşlarım yada ailem için asla kart hazırlamadım. ( shame on me :( )


Neyse, bu iş arama depresyon sürecinde blog açıp yazmaktan başka, sevgili üniversite arkadaşım için doğumgünü için özel birşeyler yapmak istedim. Bana şöyle güzel, profesyonel gözüken, hand-made kart gelse ne kadar sevinirim dedim  ve bende onun için yapmaya karar verdim.

Size tüm rezaleti ile süreci anlatacağım, tuğçeçim bu posta bol bol gülebilirsin, çünkü biz bu sürece ailecek bile katıldık :)

Ramazan olan şu günlerde sahura kadar uyumuyorum, yemek yeyip öyle yatıyorum ki, boş olan günümün öğleye kadar olan zamanını uykuda geçireyim. Bu gecelerden birinde saat 12 de kalkıp evin köşesinden birşeyler toplamaya başladım bir sepetin içine.. Elime neler mi geçti:

Pritt, Bant, Makas, İp, Sulu boya, Davetiye, İmsakiye, Beyaz A4, çeşitli renkte A4ler, oje, ruj,patetes, hediye paketi,iğne, kurdele,kalem, asestat kalemi vb vb vb. :)


Ornanize bir insan olarak ilk önce internette araştırdım ve hepinize tavsiye edebileceğim bir site buldum:

http://www.making-greeting-cards.com
Güzel fikirler içeriyor, böyle şeylere atılmak isteyenler mutlaka okusun bence, gerçi bende çok bir işe yaramadı ama :)

Sonra ben ne bilirimi sorguladım, ilk okulda neler yaptm... ımmm, ip baskı, patetes baskı, nakış işleme, yastık, boncuk ağaçlar vb vb.

İp baskı ve pateteste karar kıldım, sonra patetes baskı çok abartı geldi vazgeçtim :) Geçen sene bir gazla odamın duvarlarını bizzat kendim duvar kağıdı ile kaplamıştım, oradan artan duvar kağıdını arka fon olarak kullanmaya karar verdim ve imsakiyeyide önce beyaz kağıtla kaplayıp, kart zemini kaline getirdim :)

Neyse uzatmadan sonuca gelelim,


Eheeh bu yukardeki en iyi sayfası zaten, diğerleri daha kötü :)
Aşağıdaki orta sayfası tam bir yanılgıydı, dışını yaptıktan sonra içini ters tutarak yapmışım gecenin bir vakti, geç olmadan düzelttim ama yakında bakınca bazı yazıların ters olduğu anlaşılıyor, onlarıda şakaya vurup içerdeki karmaşaya yedirdim :)

Buradaki tek eksik, fotografımız dudak izi olan sayfada sol alt köşede 2 mizin fotografı olacak, onuda en kısa sürede Tuğçeme vermeden önce ekleyeceğim :)


Ve yukardaki son sayfa :) Kartın arkasına rujla parmak izimi bastım, ancak gece çok rahatsız oldum. Geçen cold casede böyle bir izi kullanıyorlardı. O yüzden gece uyuyamayıp, kaltıp parmak izimi bozdum, keçeli kalemle boyadım fln ehehehe :)


Tuğçeçim, iyiki doğmuş,
iyiki arkadaşım olmuşsun :) iyiki olmaya devam edeceksin. Mutluluklar senle olsun :) Kartıda artık beceriksiz arkadaşımdan bukadar diye saklarsın :)

2 Ağustos 2011 Salı

Yanlış yaparak hayatınızı değiştirebilir misiniz? Bade Yaptı...

Yaklaşık bir hafta önce olan bir olaydan bahsedeceğim....
Küçük kız kardeşim kedileri sever çünkü zaten evde kedi besliyoruz. Kendisi iri yarı, tembel bir siyamdır :) Adı paşa :) Buradan yola çıkarak kendisi bir sokak kedisinin burnunu çok sevimli bulduğu için burnuna dokunmak istemiş ve kedi sinirlenip bir güzel elini ısırmış. Isırmak ne kelime kanatmış.
Tabi bizimkiler hemen hastane yollarında :) Haydarpaşa numuneye gitmişler ve kayıt yaptırıp kuduz aşısı olmuşlar.

Verilen reçeteye göre 5 tane aşı olması gerekiyor kardeşimin ve kedinin de 10 gün boyunca gözetilmesi. Eğer 10 gün sonunda kedi ölmezse kardeşim de kalan son 2 ignesini olmayacak.

Sokak kedisini gözetmek mi? Nereden bulabilir ki tekrar aynı kediyi, ya başka bir sebepten ölürse. Bu korkularla biz de mecburen kediyi eve getirdik ve banyoya kapattık. Başta ulatra korkuyorduk, kuduz olmalı kedi, yemek fln uzaktan verip kaçıyoruz. Ancak günler yavaşça geçtikçe çok sağlıklı ve çok şeker olduğunu anladık. Banyodan çıkarttık şu an evde geziyor, çok oynuyor, çok koşuyor.


Yukarda gördüğünüz fotograf bu sokak kızına ait :) Evet ben ona ne mi diyorum,

Bade yaptığın yanlış, hayatını değiştirdi. Kim bilirdi birisini ısırdığın için bir ev bulacağını :) Demek ki herzaman iyi olmak, şirin olmak değil bazende yanlış yapmak şansını döndürüyor canlıların.


Badenin gözetim süresinin bitmesine 2 gün kaldı, bugün biraz ateşi vardı ve keyfi yoktu. Yanlış birşeylerin olmaması için dua ediyorum, çünkü gerçekten çok uysal ve çok tatlı bir kedi. Sokak gerginliği ile ısırdığını düşünüyorum kardeşimi, umarım böyle olur...

Uzun ve neşeli yaşa benle bade, çünkü sana alıştım kızım :)

Not: Başına böyle şeyler gelenler içinde tecrübelerimi paylaşayım,
1- Haydarpaşadan diğer aşıları vurulmamız için Ümraniye devlet hastanesini kullanacağımıza dair bir kağı imzalamamız gerekiyor.
2-İlk başvurduğunuz kurum sizin takipçiniz oluyor. Aşılarını yaptırıp yaptırmadığınıza dair telefon ediyor ve takip ediyor.
3-2 gün sonrada kedinin durumu ile ilgili bilgi vermek için tekrar Numune ile görüşeceğiz onlarda duruma göre devam yada tamam diyecek.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Stars Falling From The Sky / Pick the Stars / Wish Upon a Star

 Öncelikle izlemek isteyenler:  www.viki.com 'da Stars Falling From The Sky  diye aratarak bulabilirsiniz.

Eveeet, hakkında pek türkçe yorum öneri bulamadığım, hatta hiç bir türkçe sitede görmediğim ama böle birşeyi beni cezbeden bu kore dizisini denemek istedim. Üstüne üstlük türkçe altyazısı da vardı :) ve böyle olduğunu görünce bende size onu biraz tanıtmak istedim :)

Öncelikle önüme ne gelise izleyip, bitiren birisi değilimdir mesela herkesin çok sevdiği mary stayed out all night bitiremediğim dizilerdendir ama bu dizi kesinlikle sonuna kadar kendisini izlettiriyor. Kore'de 2010 yılının ocak ve mart ayları arasında yayınlanmış.

Dizimizi bir cümle ile açıklarsam, bir sigorta şirketinin gözde avukatı/Won Kang Ha  ve satış ekibindeki bir kızın/ Jin Pal Kang aşkıdır. Avukatımız, şirketin kurucu ortağının oğludur ancak yönetsel işlerde görevi yoktur, ve satış ekibinde takım lideri olan bir erkek kardeşi vardır. Şirketin yönetsel işlerini yapan ise diğer kurucu ortağın torunu olan bayandır ki bu bayan küçüklüğünden beri avukata aşık mıdır bilemeyeceğiz ama sürekli onu kendisi ile evlenmeye ikna etmeye çalışmaktadır. Tüm bunlarında ortasında Jin Pal Kang ultra ilginç bir aileden gelmektedir. Babası doktordur ve 5 evlatlık çocuk almıştır, aiedeki tek biyolojik çocuk  sorumsuz mu sorumsuz Jin Pal Kang'dır. Ve son 5 yıl içerisinde sadece avukatı sevmiş ve onun peşinden koşmuştur.

Ve dizimiz Jin Pal Kang 'in ailesini trajik bir şekilde kaybedip 5 küçük kardeşi ile ortada kalmasıyla başlar. Kardeşleri ile birlikte kendi yolunu bulma çabasıyla avukatın evine taşınması ile devam eder.

Sizleri şunu söyleyeyim en azındna ilk 6 bölüm çok ağlayacaksınız. Karakterin, kişiliğin her zaman beton gibi sert olmadığını, size yapışıp kalmadığını, durumlara göre insanın ne kadar değişebileceğini göreceksiniz. Çocukların ve ablalarının çektikleri acılar gözlerinizi doldururken, Jin Pal Kang'ın daha iyi bir insan oluşunu  izleyeceksiniz.




İlk 6-7 bölümden sonra süper bir komedi başlıyor, işler  yavaştan yoluna giriyor. Tabiki böyle bir hayat asla çok kolay olmayacaktır ama  ilk 6-7 bölüm kadar ağlama yoktur ve yavaştan aşk başlamaya başlar. Hatta yukarki fotografta görünen avukatın evinde yaşayan küçük yiğenin Jin Pal Kang'a olan aşkı ve yaptıkları sizi dizinin sonuna kadar kahkahalara boğacaktır :) ki beni çok güldürdü saolsun canım :) (çokta şeker bir çocuk itiraf ediyorum :) )Aslına dizinin ilerleyen bölümlerinde işler daha da karışacak, avukatın Jin Pal Kang'a olan ilgisini farkeden kardeş, bunu engellemek için Jin Pal Kang'a yaklaşacak ve kendini ona aşık bulacaktır. Avukatla evlenmek isteyen müdürün, önemli bir kozla avukatı kardeşi üzerinden tehdit etmesi de filmin önemli bir konusunu oluşturmaktadır.

Tüm bu hareketli ve dopdolu senaryasunda bunlar dışında da bir çok konu paralel işleniyor, örneğin, evdeki 3 erkek de Jin Pal Kang ile ilgilenmeye başlayınca kardeşlerde kurtuşları için birisi ile evlenmesi gerektiğini düşünüyor  ve 5 çocuk içerisinden 3 tanesi bu 3 yakışıklıdan her birini desteklemeye başlıyor, ki bu diyaloglarda sizi kahkahalara boğacağına eminim :) Aşağıdaki fotograftaki paran ve nami... Nami bebek olanları paran ise avukat beyin tarafını tutan uyurgezer kardeş :)


Sonuç,

-Millet! Vaktiniz varsa kesinlikle izleyin. İyi vakit geçirmeyi geçtim sizi hayat hakkında, aile bağları ve kan bağları hakkında düşündüren, kişilik hakkında düşündüren bir dizi.
-Aslında kore dizileri genelde eğlenceli başlar sonra dramatikleşir, bu tersden gittiği için daha da zevkli kıştan sonra bahar gelir fikrini hissediyorsunuz.
- Asla ne ağlarken ne gülerken katılıp, sıkılacaksınız... o boğucu hava yok filmde sadece yüreğinize dokunuyor, sizi ağlatmak için boğmuyor.
-Kızın 25 yaşında bir karakteri canlandırması bana biraz garip geldi, kesinlikle 30 üstü gözüküyor, makyjıda yapamadınız be ekip dedim :)
-Avukatımız cidden karizmatik ve yakışıklı eminim ki kendine has bir kız kayran kitlesi vardır :) ama dizideki uzun boylu karakterimiz değil. Genelde asıl karakter en uzun ve yakışıklısı olur ama bu sadece yakışıklısı :)
-Müdür hanım, bana başından beri iyi insanlarda kötü şeyler yaparı kanıtladı. Hele arada söylediği "" Anne! onunla evlenmek istiyorum çünkü öncelikle bir insan olarak yaşamak istiyorum. Benim önceliğim kadın değil, insan olmak! " gerçekten biraz olsun o karakteri anlamama imkan sağladı ve bu repliğin dizi deki en güzel repliklerden birisi olduğunu düşünüyorum...
-Belki gelip korean dramas listemde 1 numaraya oturmadı ama bende kesinlikle ayrı bir yer bıraktı :) İZLEYİNNN, öneririm ::)


28 Temmuz 2011 Perşembe

Telefon almak isterim, kime sorarım? Hepsiburada.com mu ? Neden olmasın?

Arkadaşlar, dolar artı ay kriz geldi, yine düştü derken... Telefon almaya niyetlendim hem fiyatları bulabileceğim hemde teknik özellikler dışında danışabileceğim bir yer aradım.

Aslında bir teknoloji markette çalışan bir akrabam var, açıp ona sormak yada biraz sohbet edip birlikte araştırmak güzel olurdu ama ben başka bir yolu tercih ettim. Çoğumuzun yaptığı gibi... hepsiburada.com'u kullandım.

Şimdi burada öne çıkarmak istediğim hepsiburada.com'un iyi yada kötü yanların değil. Değinmek istediğim satın alma kararımızın nasıl da değiştiği.




Artık çoğumuz word of mount etkisini biliyoruz, bir kişinin önerisi üzerine satın alma kararının nasıl değiştiğinin de farkındayız. Hatta bu yıl özellikle pazarlamacılar sosyal medyanın satın alma üzerinde çok etkili olacağını söylüyor. Tabi onlara karşı gelecek haddim yok ama dikkat çekmek istediğim bir husus var.


Tüketici olarak ben;

1) Sadece arkadaşlarımdan etkilenmiyorum.
2) Ürünü kullandığını düşündüğüm kişiler satış danışmanlarından daha etkili
3) Sadece şikayet sitelerine bakmak, satın almayı düşündüğüm ürün için pek tercih edeceğim bir eylem değil.Çünkü almak istiyorum almamak değil..
4) Özellikle eletronik ürünlerde teknik spesifikasyonlara baktığınızda tıpa tıpa aynı tablolara sahip ürünler ve nasıl seçeceğim?

gibi yargılarım var. Tabiki facebookta gördüğüm arkadaşımın aldığı yeni telefon çok hoşuma gitti ama satın almak istersem yine yukarıda yazdığım şeyleri kontrol edeceğim. Kilit nokta bilinçli müşteri ve bunun artması :)



Sonuç olarak, o an ürünü almayacak olsam bile ilk gideceğim yer hepsiburada... çünkü bana ürünü araştırma ve karşılaştırma imkanı sağlıyor. Bir mağazadaki satış danışmadanından daha iyi karşılaştırma taboloları smout olarak beni tatmin ederken, yapılan yorumlar manevi ve gönül rahatlığı ile ürünü almamı sağlanıyor/yada sağlamıyor.

Örneğin telefon örneğinden devam edelim, ilk önce teknik özelliklerine baktım, sonra yorumlarıan baktım ki çoğu yorum yapan kişi zaten önceden kullandığı ürünlerle de kıyaslağı için kafamda telefonu bir yere oturtum. İstersem alttaki en çok satınlarla da kıyasladım ve gönül rahatlığıyla ya oradan aldım yada bilgi dolu olarak mağazaya gittim ki ürünü birde göreyim dokunayım.

Diyeceğim odur ki, evet arkadaşlar önemlidir ama iş satın almak kararına gelince ne eğitimini bildiğimiz, ne yaşı,işi,statüsünü bildiğimiz insanların yaptığı yorumlar daha önemli olabiliyor. Bir ürünün altında sadece 4- 5 olumsuz 150 tane olumlu dönüş gördüğünüzde arkadaş/yada akrabanızın olumsuz yanıtları silinip gidiyor. Yada sosyal medya önemlidir satın alma kararını tabiki etkileyecektir ancak üründen ürüne çok değişken bir yapıda olacak bu etkileşim. Sosyal medya yorumları kontrol altında tutulurken asıl önemli olan alış-veriş sitelerinin yorumları olacaktır. ( yaşımın haddini bilerek söylemek istiyorum :) )

26 Temmuz 2011 Salı

Ted.com: başımıza gelebilecek en iyi şey

İnternetin de çöplüğe dönüştüğü bu zamanlarda başımıza gelebilecek en iyi şey  ==>  işte bu sitedir :)



Bu yazımda Ted.com nedir, ne değildir, nasıl buldum, nesine hayran kaldım tek tek açıklayacağım, çünkü hepimizin ziyaret etmesi gerektiğine inanıyorum.

Ted.com binlerce yetkin insanı başka bir yerde asla bir arada bulamayacağınız ve ilginizin olmadığı bir konu hakkında bile izlediğiniz konferanslar sayesinde daha çok şey öğrenme isteğiyle yanıp tutuştuğunuz ender site, belki de tek sitedir. (alıntıdır :) )

Bence nedir, kesinlikle ilham, özgüven ve gelecek umudurdur. Can sıkıntısı mı o videoları izlerken hiç birşey kalmıyor. Daha çok daha çok daha çok bilgi diye ağzını açıp dinliyorsunuz. O videodan diğerine geçiyorsunuz bazılarının sunumlarına, bazılarının sunum yeteneklerine, bazılarının ilhamına, konusuna, inanç gücüne ve azmine liste bu şekilde uzayıp gidiyor... hayran kalıyorsunuz.

Konu ilginizi çok çekmişse, o tüm yorumları tek tek okuyorsunuz ve dünyanın her yanından yetkin insanların takdirlerini itirazlarını içinize sindiriyorsunuz.

Nutuk dinlemek için bişeyler izlemek mi? Biz zaten bundan kaçıyoruz diyen varsa aranızda birde bu nutukları dinlesin diyorum. Yapay organ geliştiren bir kızdan, yapay 6. his çalışmalarına, savaşın matematiğinden, hafif malzeme heykeltraşlığına hobiniz olmayan, hatta ilgi alanınıza girmeyen bir çok konu sizi hayretler içinde bırakıp, bilgilendiriyor. Evet youtube'da komik videolar izlemekte zevkli ama bizim için böylesine özel seçilmiş derlenmiş konuşmaları bulabilmek imkansız.

Öncelikle neden bahsettiğimi anlamanız için bir video paylaşıyorum. Eğer izlemek istemiyorsanız, video ile ilgili özeti de videonu altına yazacağım. Ancak bunun benim kendi motivasyon cihazım olduğunu da söylemek istiyorum. Bu video umudum her kırıldığında izleyeceğim, hem kadından böyle bir yenilik yarattığı için ilham alacağım hemde o güzel heykeller ile dinginleşeceğim  bir motivasyon cihazı benim için :)

Janet Echelman: Hayalgücünü Ciddiye Almak



Janet Echelman kendisini böyle bir yeniliği yapması gereken son kişi olarak tanıtıyor. Öncelikle biraz ondan bahsetmek gerekirse, kolejden sonra sanata ilgi duyduğu için 7 sanat okuluna başvuran ancak 7sinden de ret alan ve kendi kendine 10 yıl boyunca ressam olmaya çalışan bir kadın. Hatta ne mühendislik, ne mimarlık mezunu.

Bu kadın 14 yıl önce fullbright bursu alarak, hindistana sergi açmak için gidiyor. Ancak sergi gününe gelemiyor resimleri, sergide göstermek için acil birşeyler yapması gerekiyor. O da, sergisini açacağı balıkçılık kasabasında ünlü olduğu için heykel yapmak istiyor ancak bu döküm heykelleri yapmak hem çok para ve zaman gerektiriyor. Çaresizce deniz kıyısında yürürken balıkçıların tek renk ağlarını görüyor ve onlardan yardım alarak ilk heykelini gerçekleştiriyor. Farklı renkler ve örgülerden oluşan, rüzgarla doğal hareketler veren ilk hafif heykel. 

Hikayenin bundan sonrasını anlatmayacağım, gelen bir çok teklif ve hepsinin ayrı zorluğu sanat ve bilimin birleşmesi ve herşeyi başlatan küçük bir ilham kıvılcımı...

Videoyu zevkle izleyeceğinizi umuyorum.

Peki videoda olmayıp, Ted.com'u anlamlı kılan bir şey daha yorumlar... Bu videonun yorumlarına baktığınızda insanlardan kuşlar için problem olur mu sorusunu görüyorsunuz ve Janet bu soruyada yanıt vermiş. Kendisi de bu heykelleri dikerken zaten bu konu üzerinde çalışmış. Cevabı ise başka bir şey öğretiyor: Kuşlar hiç ağacın içine doğru uçarken gördünüz mü?  Tamen hafif ve rüzgarla uyumlu olduğu için doğanın bir parçası gibi davranıyor bu heykeller ve kuşlar için de bir sorun oluşturmuyor.

Hem Janet Echelman hem de Ted.com'u çok çok tebrik ediyorum, böyle güzel paylaşımlar için... ve hepimizin onlar sayesinden bilgiyi güzel bir şarap gibi tükettiğimiz günlerin gelmesini diliyorum :)

24 Temmuz 2011 Pazar

PEGASUS'DAN geleneği halka açan tanıtım, uçaklara kızlarımızın adını verelim!

Öncelike katılmak isteyenlerin http://www.dunyaninenguzelhediyesi.com/ adresindne katılabileceğini belirtip, yazıma geçmek istiyorum.

Dün TV açıkken, kitap okumaya çalışıyordum birden duyduğum reklam çok ilgimi çekti. Gerçi daha önceleri benzerlerini TV ve internette görmüştüm ama duyarduymaz verdiğim tepki " Niye yapayım bunu" olduğu ilginç bir  kampanya olduğunu itiraf etmeliyim.  Ancak neymiş diye internette araştırmaya da ittiğini itiraf etmeliyim ki kızım yok :) ehehe.


Reklam filminden anladığım, Pegasus'un yeni alacağı uçaklara ki kendileri Boeing 737/800   oluyormuş, sizin kızının ismini koyma imkanı verdiği, ve bunu niye yapacağınızı da kızına hediye vermek amaçlı olabileceği.

Aslında ilk duyduğumda bana çok saçma geldi,çünkü Turkcell'in benzer kampanyası ile kıyasladım hemen. O ne miydi, biraz hatırlarsak.
 "Turkcelin çocugunuz yeni cellocan olsun kampanyasını...
   Aileler genellikle çocuklarının TV'ye çıkmasından, reklamlarda adının geçmesinden gurur duyup mutlu oluyor ve bu yüzden gerekirse facebook'ta kendi çocuklarını Turkcell ile birlikte tanıtıyor ve en çok oy alan çocuk, turkcell'in yeni cell-o canı oluyor"


Şirket için çok faydalı  ve fizzy'i etkin kullanan süper bir kampanya olduğunu düşündüren bir çalışmadan sonra pegasus'un çocukları kapsayan bu çalışması bana başarısız bir girişim geldi.

Niçin mi?
  -Öncelikle kızınızın ismini niçin bir uçağa vermek isteyin ki?
           * Evet bazıları için bir vapura binerken bile orda görülen isim anlamlı ve heyecan verici, uçağın ki inanılmaz birşey olabilir.
           * Hatta kızınıza senin ismini bir uçağa koyduk diyebilemek, ilerde onu gerçekten mutlu edebilir. İnsanların isimlerine ait fidanların olması bile hoş bir duygu veriyor.
           * Aileleri de reklam filminde oynaması yada yeni imajı olmasa da benim kızım fikri ile tatmin edebilecek bir olay.

Ancak sonuç bukadar pozitif duygu oluşturabilecek bir fikir olmasına rağmen değişmiyor.  Niçin vermek isteyeyim ki? Pegasus tek tercih ettiğim yada savunuculuğunu yapabilecek kadar bağlı olduğum bir havayolu şirketi mi?

Bu çerçevede, çalışanların çocuklarının isimlerini vermenin çok mantıklı ve güzel bir uygulama olduğu kanaatinde olduğum gerçeği yanında hakla arzın çok çok ta önemli olmadığını düşünüyorum.

Peki amaç neydi? Bencesi bu kampanyada öne çıkan özellikler
    - Hedef kitleye deneyim yaşatan bir pazarlama kampanyası oluşturmak
    - Çalışanlar kadar müşterilerinde aileden olduğunu vurgulamak
    - Geçmiş yıllardan bu yana en yeni uçak filosuna sahip olduğunu gösterirken, büyüp yatırıp yaptığını vurgulamak.
    - Satıştan ziyade marka bilinirliği ve güç gösterisi içeren bir kampanya

olabilir diye düşünüyorum. Ve bu amaçlara da başarı bir şekilde hizmet ettiği kanaatindeyim. Ancak kampanya bu amaçlara hizmet edecek şekilde daha iyi senarize edilemez miydi?




Örneğin,

Deneyim yaşatma:  Sadece kız çocuklar olması, çok sınırlı bir katılım koşulu içermesi ( yaş sınırı çok dar yanılmıyorsam) ve özellikle "ben" yargısı artarken reklam ve pr çalışmalarının "ben"'i yeterince vurgulaması... örneğin ben kızımın adını göklerde uçuran bir babayım imajı vurgulanabilirdi ve deneyim tatminini arttırabilirdi diye düşünüyorum.

Fizzy: Gönderenler arasından yapılan çekiliş. Çok çok kötü bir fikir, yani kazanmak için yapabileceğiniz hiç bir şey yok, en azından bir facebookta reklamını yapmanız gerekmiyecek bile olsa kendi sitesi üzerinden bir fotograf yarışması olabilirdi.

Bu arada bu Pegasus'un çocuk yıldızları kullandığı bir çok sevimli reklam ve videosunun olduğunu da gördüm. Aslında bir uçakla özdeşleştirmek için süper bir strateji olduğunu ve gelecekte de çok daha iyi kullanılabileceğini düşünüyorum.

Bu güzel kızlarımın ( uçakların ) göklerde bol bol uçuş yapmasını ve halkımızı güzel güzel taşımasını diliyorum. Ne diyelim hayırlı olsun :)





23 Temmuz 2011 Cumartesi

Olayların değil düşüncelerin filmi: Flipped

Dün bloglar arası dolaşırken Eteğimden Dökülen Taşlar diye bir blog  buldum ve ilk yazısı olan Flipped'dan etkilenerek bugün hemen izledim. Gerçekten de herkese tavsiye ederim!

Filmle ilgili söylemek istediklerimi özetleyen cümlemi zaten yazımın başlığında bulabilirsiniz. Filmin anlattığı bir olay yok. Yani hikayenin içerisinde olan önemli olaylar serisi, birilerinin fikirlerini yönlendiren durumlar, tesadüfler değil asıl olan.  Sadece DÜŞÜNCELER ve DUYGULAR var. (hatta çoğu zaman izlediğiniz durumdaki konuşmalar okadar az ki, genellikle ya Julie yada Bryce durumu açıklıyor oluyor :) )
Ve filmi bir çok filmden ayıran özellik ise, aşkı ve hayatı 2 tarafın penceresinden de göstermesi. Örneğin filmdeki karakterimiz olan Bryce, filmdeki kızımız Julie ile tanıştığında öyle korkmuş ve nefret etmiştir ki yaptığı tek şey ondan kaçmaya çalışmak olmuştur. Ancak daha sonrasında aynı sahneyi Julienin düşüncelerinden dinlediğinizde onun tam olarak delirdiğini ve karşısındaki kişinin elini tutmasının gelecek için önemli bir vaat olduğunu öğreniyorsunuz.


Öncelikle olaysız bir film olmasına rağmen, insanların duygu ve düşüncelerinin nasıl değiştiğini, yanlış anlaşılma denen bir şeyin olmadığını zaten herkesin olayları kendince anladığını, aşkın gelmek ya da gitmek için çok büyük sebeplere ihtiyaç duymadığını öyle yürekten anlıyorsunuz ki asla sıkılmıyorsunuz.

Film de en çok beğendiğim replik şu oldu: (aynısını yazamayacağım belki ama bir fikir verebilir) bu repliği erkek karakterimizin dedesi söylüyor.

Dürüstlük, gerektiği anda zor gelebilir ama gelecekteki acı ve ızdırıptan kurtarır.

İçinde bulunulan durum ve dedinin sözleri öyle bir denk geldiği için buna yürekten inanarak hak verdim. Bir diğer önemli detay ise filmdeki Çınar ağacı, insanların sadece insanlara değil, diğer canlılara da nasıl bağlandığının somut kanıtı olarak yer alıyor filmde. Ve özellikle çınar ağacı ile ilgili sahneler sizi duygulandırıyor, bu ilk aşktan çok!

Filmle ilgili 2. sevdiğim şey ise karpuz kokulu saçlar :) Oğlan kızın tamamen aşkından çıldırıp onu kokladığını düşüğündüğü o günlerde, kızımız aslında onun kendisine iyi davrandığını ve değiştiğini düşünüp ondan iyi kokular alıyor hatta bunu saçlarının karpuz gibi kokmasına bağlıyor. Bu sahneyide aşağıdaki fotografta görebilirsiniz. 

 Ömrümde hiç karpuz kokulu bir saç duymadım ama demekki koklayanlar oluyormuş :) Ey aşk nelere kadirsin demek istiyorum :) !

Tüm bunların yanında ancak filmin görselindeki "you never forget your first love" cümlesinden pek etkilenmemenizi öneriyorum, çünkü böyle tutukulu bir aşkı anlatmıyor film. Filmin tüm çekiciliği sadeliği ve 2 taraflı bakış açısı, eğer slogandaki gibi bir film istiyorsanız Notebook' u öneririm.

Yazımı son olarak filmin anlamlı sahnelerinden birisi ile bitirmek istiyorum, yeni başlangıçlara ....


22 Temmuz 2011 Cuma

Kampüste Uyumak!

Immm! Okul hayatın boyunca asla yalnız kalıp, bir köşede uyuma... Sonra mezun olunca uyumak için kampüsü kullan..

İşte kampüs hayatı bu işe yarıyor. Galiba bundan sonrada  ne zaman canım sıkılsa, ne zaman uyumak yada kaçmak istesem 2. bir evim var. Biliyorum, okurken sana çok küfrettik, çok şikayetçi olduk ama mezun olduğumuzda da bizi böyle bağrına basmaya devam et :)

güzel güneşli bir günde, 75'in karşısı ve elektirik elektroniğin arasındaki, servislere giden yol üzerindeki ağaçlı yeşillik alan... İşte uyumak için mükemmel bir yer!


Yaklaşık 1 yıldır, maslak kampüsünden uzağım. Kimya mühendisliği eğitimim bitip, işletme müh. tamamlamak için sadece maçkaya gitmeye başladığım son 1 yılda, orayı çok ihmal ettiğimi itiraf etmeliyim.

MT görüşmelerinin bir parçası olan asssesment center uygulaması için Avcılara gidip ( saat 5,45 te yola çıktım öğlen 1 gibi işim bitti ) akşamda arkadaşlarımı göreceğim için hiç anadolu yakasına dönmek istemediğimden en mantıklı şeyin bir yerlerde uyumak olduğuna karar verdim.  Ve arkadaşlarımda Maslakta çalıştığı için en uygun yer bizim KAMPÜS'tü tabiki. Okula geldiğimde yorgunluk ve açlıktan tansiyonum düşmüştü. Zarzor kendimi  KAMPÜSCAFE'ye atıp, burger ve soda sipariş ettim.  Artık tekrar dünyaya döndüğümde saat 15:30'du.Arkadaşlarım da 17:30 gibi geleceklerdi. Tek gereken uygun bir uyku yeri bulmaktı :)

Tabi öncesinde okulda asistan olarak çalışan arkadaşımı görmek istedim, uyumadan önce vakit geçirebilirdim. Ancak o da meşgul olduğu için bu festival zamanı çok kullanılan yeşillik alana yönedim, ve uygun bir ağaç altı buldum :)



Yaz okulu olduğu için çok fazla çiftte yoktu ortalıkta :)


1. İlk önce sırtımı ağaca yaslayıp uyumak istedim ancak ağaçtan inen karınca ve örümceklerden içim hiç rahat etmedi.

 2. Uzanarak uyuyayım dedim, ama eteğim olduğu için içim rahat etmedi, bende yanımda olan pantolonumu eteğin altına gerçirip öyle yattım.
3. Çantamdan da yastık yaptım mı herşey süperdi
tabi karınca ve örümceklerin arsız tacilerini saymazsak :)

Taa ki saat 5'i gösterene kadar :)

Ve sihir bozuldu, çünkü mesai bitimi olduğu için herkes akın akın geçmeye başladı, ilk önce etekten kurtulup oturdum. Sonra saçlarımı düzelttim, sonra güneş gözlüğü taktım :) :) eheh cidden komikti, taki asistan arkadaşım gelene kadar.

Böyle güzel bir günü, güzel bir yerde cidden huzur içinde uyurak geçirmek çok zevkliydi. Aslında arasına kaçamak yapmak için okula gitmeyi düşünüyorum. Çünkü özellikle yalnızken harika vakit geçirmek için birebir :)



21 Temmuz 2011 Perşembe

Coffee House/ page one... İşte aynı konsept ancak hissedilebilir fark

Şuanda bir çok online kore dizisi izle forumunda genellikle Coffe House ismi ile bulabileceğiniz bir dizi...

Oyuncuları mı? Şu aralar özellikle "Lie to me" dizisinden tanıdığımız ve çılgın kahkahaları ile sevdiğimiz  Kang Ji Hwan ( kendisi kim miydi aşağıdadır :) )

Ancak dizimizin  asıl bombası bu sefer erkek oyuncu değil, bence kesinlikle bayan oyuncudur. Evet diziyi izlediğimde bu kadar güzel bir kız olabilir mi dedim. Kendisi Park Si Yeon daha önce farklı dizi ve film çalışmalarıyla kendisine ait büyük bir hayran kitlesi var diye biliyorum.
Ancak bu diziyi viki.com'dan izlerken, sürekli çevirmenlerin bu kızımın oynadığı karakter ve hatta bazen kızımın güzelliği hakkında kötü yorumlar yaptığını gördüm. Herhalde bu sefer dizi de tek bir erkek ve onun etrafındaki kızlar anlatıldığı için böyle oldu dedim. ( Biliyoruz ki genellikle asıl kızımızın etrafında 2 erkek vardır, ikisinide oyalar senaryomuz bizde çatlarız 2 side olabilir diye :) )

Şimdi dizinin farkı ne! (Bundan sonrası cidde spoiler arkadaşlar for your info :) )

1. Çok komik! öyle bildiğiniz bizim diziler gibi değil, esas kızımız da esas oğlanımızda harika karakterler, ve onların olaylar karşısındaki tutumları, çılgın istekler, sonsuz vurdumduymazlıkları. Sizin için ters takla atmasalar ve komik durumlara düşmeseler bile, bu karakterler  hassaslığı, esprileri, istekleri, yaşayışları ile izleyeni çok eğlendiriyor.

2.Çok gerçekçi! Yani bu zamana kadar koredizis=moder masallar, bol bol külkedisi vs diye düşündüm ve bu masalları da severek izledim itiraf ediyorum. Ancak bu hikayemiz farklı çünkü çok gerçekçi örn: eğer düğüne engel olmak istiyorsan, düğünde gelip gelini kaçıramazsın gerçek hayatta bu olmaz. Ama düğünde manşetlik bir kavga bu işi görür. 2. Seni seven ama seninle olamayacağını söyleyen bir adam seni öpse bile bir öpücük için hayatını onu elde etmeye adayamazsın, sürekli onu beklemezsin ve gitmesine izin verirsin. Ağladığını görsün istemezsin ama görürse de kaçmazsın.

3. Hep becereksiz sorunlu kızlar aşkı bulacak diye bir şey yok. Bu sefer esas kızımız zeki, çok çok güzel, başarılı bir şirketin başkanı, kötü huyları yok, normal arkadaş ilişkileri olan birisi ve hiç ilişkisi olmamış değil eski nişanlısı var. Esas oğlanda azıcık yazar olmanın verdiği delilikle kafadan çatlak olsa da asla deli veya eksik değil sadece anlaşılması zor birisi oda çok gerçekçi :)

4. Evet tüm bunlara rağmen hepimizin sevdiği, o toy, yeni yetme, süper beceriksiz, kolay ümitlenen, komik, azimli ve hırslı kızımızda orada tüm film boyunca aşkı o mu bulacak diye düşünüp duruyorsunuz. Ancak senaryo cidden mükemmel örülmüş, asla çok fazla şikayetçi olmuyor, kimseden aldatıldığı yada aldattığı için nefret etmiyorsunuz.

5. 2 esas kız bir biri ile düşman değil, sadece birbirlerini anlıyorlar ve sürekli normal bir ilişki içerisindeler.


Veee filmde çalan süper bir şarkı var, dizinin esas kızı ile ve oğlanı ile görüntüleri içeren bu mv'yi de paylaşmak istiyorum. Ben bayıldım sürekli dinliyorum :)